Eğitim Haber Sitesi

Haber Takip Merkezi – Güncel ve Tarafsız Haber Sitesi – Ülkenin Nabzını Tutan Site

‘Trump Putin gibi düşünüyor’: Liberal dünya düzeninin sonu mu?

Donald Trump'ın Ocak ayında göreve gelmesinden bu yana izlediği politikalar ve kamuoyu önündeki çıkışları göz önüne alındığında, 'liberal dünya düzeninin' ölmekte olduğunu söylemek doğru olur mu? BBC Rusça Servisi konuyu uzmanlara sordu

“`html

Üç yıl süreyle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali, ABD ve müttefikleri tarafından Moskova’nın uluslararası hukuku ihlal eden bir devlet olarak dışlanmasına neden oldu.

Ancak, ABD’nin eski Başkanı Donald Trump bu durumu değiştirme çabasında: Moskova ile ilişkileri yeniden tesis etmeye yönelik adımlar atıyor, Rusya’nın saldırganlık tanımını reddediyor ve Ukrayna’yı savaşın kurbanı olarak görmüyor.

Geçtiğimiz Cuma günü Trump ve Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy arasında gerçekleşen ve tartışmalı geçen toplantıda bu yeni tutum net bir biçimde gözler önüne serildi.

Bazı yorumcular, bu gelişmelerin 1990’lardan beri mevcut olan “liberal dünya düzeninin” sona yaklaştığını göstermektedir. Peki, durum gerçekten böyle mi?

Liberal Hegemonya Dönemi

“Liberal dünya düzeni” ifadesi, taahhütler, ilkeler ve normlar etrafında şekillenen bir uluslararası ilişkiler sistemini tanımlar. Bu sistemin temellerinde uluslararası hukuk ve Birleşmiş Milletler (BM) ile ona bağlı organlar, yani BM Genel Kurulu ve Güvenlik Konseyi yer almaktadır.

Bu düzen, ayrıca serbest ticaret gibi değerleri de içerir ve Dünya Ticaret Örgütü (WTO), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası gibi kurumlar tarafından desteklenmektedir.

Liberal dünya düzeninin temel ideolojisi, Batı tarzı liberal demokrasinin en iyi yönetim biçimi olduğuna dair bir inançtır.

Uluslararası hukuk ihlalleri, BM Genel Kurulu kararları veya Uluslararası Adalet Divanı’nın yargılarıyla belirlenebilir. BM Güvenlik Konseyi, ekonomik yaptırımlar uygulama yetkisine sahiptir ya da belirli durumlarda askeri müdahale onayı verebilir.

Ancak pratikte, sıklıkla yaptırımlar ve askeri müdahaleler BM onayı olmaksızın gerçekleştiriliyor. Bu durum, Rusya’nın uzun zamandır eleştirdiği bir noktadır.

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, 2007’deki Münih Güvenlik Konferansı’nda “[Güç kullanımı yalnızca BM onayı ile meşru sayılabilir](https://www.example.com)” ifadesini kullanmış ve NATO ile AB’nin BM’nin rolünü üstlenemeyeceğini vurgulamıştır.

2023 yılında Polonya’nın Varşova kentinde konuşan Joe Biden, Ukrayna’daki savaşı “kurallara dayanarak oluşturulmuş düzen ile kaba güce dayalı düzen arasındaki bir mücadele” olarak nitelendirmiştir.

Ne var ki, Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik işgali yalnızca uluslararası hukuku çiğnemekle kalmamış, aynı zamanda küresel işleyişe ciddi bir meydan okuma teşkil etmiştir.

Batı’nın perspektifine göre, Rusya’nın Ukrayna’daki saldırganlığı, Soğuk Savaş döneminden bu yana kurallara dayalı düzenin en açık ihlali olarak değerlendirilmektedir.

Princeton Üniversitesi’nden siyasi bilimler ve uluslararası ilişkiler hocası G. John Ikenberry, Financial Times’a verdiği demeçte bu çatışmanın üç temel ilkeye aykırı olduğunu belirtmektedir:

  • Güç kullanarak toprak sınırlarını değiştiremezsiniz.
  • Sivillere karşı şiddeti savaş aracı olarak kullanamazsınız.
  • Nükleer silah tehdidi savunamazsınız.

Ikenberry, Putin’in bu ilkeleri ihlal ettiğini ve üçüncü ilkeden tehditte bulunduğunu vurgulayarak, “Bu durum, kurallara dayalı düzen için önemli bir krizdir” diyor.

Öte yandan, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Batı’nın yaklaşımının uluslararası hukuku ve BM kurumlarını hiçe saydığını savunuyor.

Moskova, NATO’nun 1999 yılında Yugoslavya’yı bombalamasını, 2003’te Irak’ın işgalini ve 2008’de Kosova’nın bağımsızlığının tanınmasını, BM Güvenlik Konseyi onayı olmadan yapılan eylemler olarak örneklemekte.

Rusya, bu eylemleri BM Şartı’ndaki ilkelerin ihlali olduğu iddiasıyla eleştirmektedir.

Trump ve Zelenskiy
ABD Başkanı Donald Trump ile Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, Oval Ofis’teki görüşmelerinde gündemi tartışıyor.

Washington’un İsrail-Filistin çatışmasına yönelik tavrı, liberal dünya düzeninin en büyük sınavlarından birisi haline geldi. Birçok ülke, Biden yönetimini İsrail’e sağlanan askeri desteği sebebiyle sert bir şekilde eleştirdi ve ABD’yi Filistinlilerin ölümü karşısında kayıtsız kalmakla suçladı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Numan Kurtulmuş, Washington Post’a verdiği röportajda, “Bu durum açıkça bir çifte standart ve ırkçılık örneğidir. Filistinli kurbanları Ukraynalı kurbanlarla eşit görmüyorsanız, insanlık içinde bir hiyerarşi oluşturuyorsunuz demektir. Bu kabul edilemez” şeklinde yorum yaptı.

Ikenberry, liberal dünya düzeninin ABD’ye, ABD dolarına ve ekonomisine dayalı olduğunu ve esasen NATO ve benzeri ittifaklardan oluştuğunu vurguluyor. Bu açıdan, BM Güvenlik Konseyi’nden ziyade ABD’nin “liberal hegemonyasına” bağlı bir yapı oluşturuyor.

Düzeni Koruyan Amerika’nın Bozucu Güce Dönüşmesi

Biden Varşova'da
Dönemin Başkanı Biden, Mart 2022’de Varşova’da yaptığı konuşmada önemli mesajlar verdi.

Geleneksel olarak, mevcut uluslararası düzenin değişmesini isteyen ülkeler “revizyonist güçler” olarak tanımlanır. Uzun yıllardır ABD’li siyasetçiler ve analistler, Çin ve Rusya’yı bu kategoriye dahil etmektedir.

Ancak Princeton Üniversitesi’nden Ikenberry’ye göre, son dönemde ABD kendisi “dünyanın en büyük revizyonist gücü” haline gelmiştir.

Ikenberry, Trump yönetiminin ticaret politikalarından demokrasi ve insan haklarına kadar “liberal dünya düzeninin nerdeyse tüm bileşenlerini” ortadan kaldırmaya çalıştığını söylemektedir.

Trump, “Yönetimim, daha önceki yönetimlerin ve açıkça geçmişin dış politika hatalarından kesin bir kopuşu temsil ediyor” diye açıkladı.

Ekibinin uyguladığı farklı radikal değişikliklere rağmen, dış politikanın doğrudan Başkanın kontrolünde olması, bu değişimlerin Kongre ve yargı tarafından engellenmesini zorlaştıracaktır.

Trump, Rusya ile ilişki kurma çabasını ABD’nin çıkarları ışığında meşrulaştırarak yürütüyor.

ABD Başkan Yardımcısı JD Vance, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda, “Bu savaşın devam etmesi Rusya için kötü, Ukrayna için kötü, Avrupa için kötü. Ama en önemlisi, ABD için kötü” ifadelerine yer verdi.

Ancak Trump’ın diplomasi hamlesi, ABD kamuoyunda büyük bir destek bulmamış durumda.

Bir anket, Amerikalıların Trump’ın en çok göç politikalarını desteklemesine karşın, Rusya-Ukrayna savaşı ve İsrail-Filistin konusundaki tutumunu en az destekledikleri politika olarak kabul ettiklerini ortaya koymuştur.

Amerikalıların %66’sı Ukrayna’yı bir müttefik olarak görmekte ve neredeyse yarısı Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy hakkında olumlu görüş beyan etmektedir.

Trump’ın Diplomatik Çalkantısı

Oxford Üniversitesi’nde Rusya ve Avrasya çalışmaları üzerine araştırmalar yapan Dr. Julie Newton, “Şubat 2025 itibarıyla, kurallara dayalı düzeni tehdit eden ülke artık ABD’dir” diyor.

Newton, bunu Trump’ın Ukrayna’nın enerji kaynakları üzerindeki talepleri, Rusya ile ilişkileri normalleştirmesi ve Zelenskiy’e yönelik sert tutumu ile Avrupa’daki aşırı sağ partilere verdiği destekle gerekçelendiriyor.

Ukrayna işgalinin üçüncü yıl dönümünde, ABD, BM Genel Kurulu’nda Rusya’nın saldırganlığını kınayan bir oylamada çekimser kalmayı tercih etti.

Aksine ABD, çatışmanın her iki tarafında da yaşanan trajik kayıpları öne çıkaran daha ılımlı bir açıklama önerdi. Bu sırada Trump, Washington ile Moskova arasındaki ekonomik bağları güçlendirmek için Putin’le görüşmeler yaptığını duyurdu.

Dr. Newton, “Trump’ın diplomatik devrimi Helsinki Şartı’nın ilkelerini göz ardı ediyor ve ABD’yi müttefikleri nezdinde bir rakip konumuna getiriyor” şeklinde değerlendirmelerde bulunuyor.

Helsinki Nihai Senedi, 1975 yılında ABD, Sovyetler Birliği ve Avrupa ülkeleri arasında imzalanmış olup; toprak bütünlüğü, sınırların korunması ve iç işlerine müdahale etmeme ilkelerini güçlendirmeyi amaçlamaktadır.

Johns Hopkins Üniversitesi’nden Rusya uzmanı Sergey Radchenko, “Trump, Putin ile benzer düşüncelere sahip, 19. yüzyılın emperyalistleri gibi” yorumunu yapıyor.

Radchenko, Avrupa’nın önemli ekonomik güçlere ve Rusya’ya baskı uygulayabilecek finansa sahip olduğunu belirtirken, “Trump ne kadar ileri giderse gitsin, Avrupa ülkelerinin Rusya ile ilişkileri normalleştirmesi aynı şekilde kolay olmayacaktır” diyerek ekliyor.

Atlantik Konseyi’nin Avrasya Merkezi’nden Shelby Magid, “Liberal dünya düzeninin sona erdiğini söylemek için henüz erken” diyor.

ABD’nin Rusya’ya uyguladığı yaptırımlar hâlâ etkin durumda ve Trump yönetimi bu yaptırımların yalnızca Rusya’nın savaşını sonlandırması durumunda kaldırılacağını belirtmektedir.

Magid, “Erken ve tehlikeli bir normalleşme riski olduğuna katılıyorum, ancak henüz bu noktaya ulaşmadık” diyerek şunları ekliyor:

“Sonuç olarak, dünya düzeni üzerindeki kalıcı etki, bu savaşın nasıl sona ereceği ve barışın nasıl sağlanacağı ile şekillenecek.”

“`