‘Kübra’ ya da yoksul yıllıklar için çekilmiş mahalle vesikalığı

Posted by

*Yazı spoiler içerir ve yazarı dizinin uyarlandığı romanı okumamıştır.

‘Sıcak Kafa’, ikinci sezon onayı almayınca şaşırmıştık zira iyi bir yerli distopya izliyorduk, birbirine benzeyen yapımların yanında farklı öyküsü ve anlatımıyla öne çıkıyordu. Netflix kararından vazgeçmedi fakat çok geçmeden Afşin Kum’un başka bir romanını uyarladı. ‘Kübra’dan bahsediyoruz. Kaynağı belirsiz mesajlar aldıkça kendini seçilmiş kişi zannetmeye başlayan Gökhan’ın hikayesi, Çağatay Ulusoy’u da bir kez daha seyirciyle buluştururken diziyi Durul-Yağmur Taylan Biraderler yönetmekte.

‘SEN FARKLISIN’

Senaryosuna Murat Uyurkulak, Rana Mamatlıoğlu ile Bekir Baran Sıtkı’nın imza attığı diziyi değerlendirmeye geçmeden konusunu kısaca analım.

Tornacıda çalışan Gökhan Şahinoğlu (Çağatay Ulusoy), kız arkadaşı Merve (Aslıhan Malbora) ile evliliğe hazırlanan, askerlikte yaşadığı travmadan sonra dine yönelmiş çalışkan bir gençtir. Mahalle tarafından sevilen, iş yerinde patronuna ortaklık teklif etmek için fırsat kollayan Gökhan’ın hayatı, bir uygulamadan aldığı mesajla değişir. Dini sohbetlerin yapıldığı soultouch uygulamasında Kübra adlı kullanıcı “Sen farklısın” yazar. Bu ilk mesajı Merve görüp bozulsa da işin aslı başkadır. Kübra, Gökhan’ın hayatına ve çevresine dair spesifik bilgiler de içeren mesajlar atmaya ve genci seçilmiş kişi olduğuna inandırmaya devam eder. Gökhan, tüm şehirde elektrik kesintisi yaşanan bir gece, mesajlara anlam yükleyerek Allah’ın kendisiyle konuştuğuna ikna olur. Gökhan, bir yol ayrımındadır; ya sakin yaşamını sürdürecek ya aracılık görevini yerine getirecektir.

SERMAYE BİRİKİRKEN KENAR MAHALLELER

‘Kübra’nın çok fazla malzeme verdiğini, anlatısındaki dinamiklerin ilgi çekiciliği bir yana ülke siyasetine ve sosyal yaşamına dair yorumlar getirdiğini söyleyerek girişelim. Daha doğrusu dizi, tam anlamıyla bir fotoğraf çekmekte. Toplumsal olanı en son ‘Bir Başkadır’ bu denli yakına girerek yorumlamıştı. ‘Kübra’, şüphesiz ‘Bir Başkadır’la aynı kulvardan ilerlemiyor ve çeşitli cepheler açan, polisiyeyi kapsayıp distopyaya göz kırpan bir kurmaca sunuyor fakat günün sonunda bir mahallenin vesikalık çekimine hizmet ediyor. Son dönemde birçok dijital platform yapımı, kendi fotoğrafını yerleştiriyor sergiye. Örneğin ‘Behzat Ç.’ devlet kadrolarındaki değişimi Memduh Başgan karakterinde somutluyordu, ‘Kübra’ ise Turgut karakteri vesilesiyle yapmış. Ancak esas olarak yoksul bir mahalle kadraja girdiğinde ülke siyasetindeki dönüşümlerin toplumdaki karşılığını daha iyi kavrayabiliyoruz. ‘Kübra’, yoksul emekçi semti Ormancılar’da (gerçekte Gülsuyu ve civarı olsa gerek) gezdiriyor kamerasını.

Öte yandan yaklaşık bir yıldır ‘Ömer’ ve ‘Kızılcık Şerbeti’ gibi diziler, siyasal İslam’ın, dindar ve kindar neslin toplumdaki karşılığını işliyor. Akımın son temsilcisi ‘Kızıl Goncalar’ ise tarikat meselesine eleştirel bir bakış getirince zülfüyâre dokundu adeta ve RTÜK cezası aldı. Dindar kesimin kurmacanın dikkatini çekmesi kaçınılmazdı ve bu durum bir bakıma televizyon dizilerinin dahi belli düzeyde politikleştiğinin göstergesiydi. Politikleşme, ‘Kirli Sepeti’ gibi dizilerde ivme kazanırken dijitalin de yeni dile kayıtsız kalamadığı ‘Kübra’ özelinde görülüyor. Dindarlıkla birlikte yoksulluk da ele alınıyor hatta arada bağ kuruluyor. Zamanla bu damardan siyasi bir olgunluğa erişmiş işler izleyeceğiz. Bu damar terk edileceğe benzemiyor.

ÇATIŞMA ENFLASYONUNDA DERİNLEŞMEYEN HİKAYELER

‘Kübra’, yarım saat ile kırk dakika arasında değişen süreleriyle 8 bölümlük klasik bir Netflix dizisi aslında. İlk iki bölümde ısındırıyor, üçüncü bölümden itibaren seyirciyi yakalıyor ve bir daha bırakmıyor. Netflix, ülkelerin yıldızlarına yer verdiği dizilerde bölüm mantığını ortadan kaldıran bir anlayışla hareket ederek introsuz anlatı yeğliyor ve finalleri birbirine bağlıyor. Bu dinamik, sürükleyici üslup Kübra’ya da hakim fakat dizi tüm ilgi çekici konularına karşın kendiliğinden sürükleyici bir atmosfer barındırmıyor. Belki tam da bu yüzden, çatışmasını birkaç temelde inşa ettiği için metnini olay örgüsüne yaymayı başaramıyor. Askerden acı hatıralarla dönen Gökhan’ın Semavi’ye evrildiği süreçte bazı bilgilerin altı dolmamış. Örneğin karakolunun uğradığı saldırıdan sadece Gökhan’ın kurtulması dramatik yapıda ancak duvara asılı bir tablo kadar yer kaplıyor. Tablo kaldırılsa hani en fazla sararmamış bir duvar görülecek. Bu da önemli bir eksiklik olarak yazılmayacak haneye. Oysa bu süreç üzerinde biraz daha çalışılsa karakterin ruhsal sıkıntıları seyirciye daha çok geçecek.

Önem taşımasına rağmen anlatıda tali kalan bilgiler dışında büyük çatışmaların serimi, olay örgüsüne katılımı da zorluk yaratıyor. Teknoloji, iman, yoksulluk gibi kavramlar mahalle jargonu vesilesiyle tartışmaya açılırken karşı cinsle ilişkiler oldukça zayıf kalıyor. Gökhan’ın Merve ve Serhat’ın Gülcan’la ilişkileri yetersiz işlenmiş. Hikayenin içeriğinden dolayı biraz tutucu davranıldığını söyleyebiliriz. Özellikle Gökhan-Merve ilişkisi plastik kalmış.

KARANLIKLAR İÇİNDE AYDINLIK, AYDINLIKLAR İÇİNDE KARANLIK

Dizinin yoksul emekçi mahallesi betimi ve polisle çatışma sahnelerinin ayrıca değerlendirilmeyi hak ediyor. Taylan Biraderler diziyi bir programda Boğaz yerine yoksul mahallelerde çekmelerini İstanbul’un değişen çehresine bağlıyorlar. Anlaşılan seyircinin görmek istediği pembe tablo yerine biraz karanlık olsa dahi mevcudu gösterme çabası ağır basmış bu tercihlerinde. Haksız sayılmazlar. Netflix yapımlarında Boğaz hattı ve Kapadokya’dan gayrısını izleyemiyoruz. Ülkeyi turistik açıdan pazarlayan bu yaklaşım, hikayelerin gerçeklik duygusuna ise zarar veriyor. ‘Kübra’nın yoksul mahallesi iyi bir atmosfer örneği ve gerçeğe uygun, İstanbul sosyal yaşamına hep aynı yerden bakmama çabasının anlamlı bir sonucu…

Şehirde elektriklerin kesildiği sahneler, hayali semt Ormancılar’ın dayanışma ruhundan mahrum kalmamış fakat komşuluk ilişkileri, yer yer mahalle kültürü; sıklıkla izlediğimiz tablo dışında “başka” ve biraz da kaygılı bir İstanbul’un varlığına işaret etmekte. Karanlıklara gömülen şehir, kaygılarına dönüyor ve içe kapanıyor. Dolayısıyla dizide vurgulandığı üzere “karanlıklar içindeki aydınlık ve aydınlıklar içindeki karanlık söylemi”, mahalledeki güç ilişkilerinin kırılgan yapısına bağlanabiliyor. Bir anda barikat başına geçen, dişinden tırnağından artırdığı yardımı halı sahaya götüren, kahvede tartışan, birbiriyle dalga geçen mahalleli şöyle bir üflediğinde kendi rüzgarını yaratma gücüne sahip fakat aynı ölçüde “dışarı”nın korozyonuna da açık.

KURTARICI BEKLENTİSİ, UMUT VE OTORİTEYLE İLİŞKİLER

‘Kübra’, birçok cephe açsa da ikinci sezonu çekilecek bir dizi için tadında bırakmış, bir anlamda toparlamış öyküyü. Özellikle teknolojinin çağımızdaki rolü, yönlendirici ve ikame edici gücü ikinci sezonda öne çıkacak gibi. Ancak ilk sezon için siyasal fotoğraftan söz edebiliriz. Kendini özel zanneden Gökhan’ın bir mahalleyi peşinden sürüklemesi günümüz gerçekliğiyle örtüşmekte. Bilhassa İstanbul gibi kaotik ve yoksulluğundan kurtulmak adına çareler dahası mucizeler arayan bir şehirde din temelli bir figürün etkisi beklenen karşılığı buluyor. Bir medet arayışı ve dağınıklık söz konusu. Kapitalizm ve siyasal İslam altında ezilen, preslenen yoksul milyonlar kavruldukları kahvehane-gün kültüründen doğrularak yönünü güneşe dönmek istiyor. Tüm göstergeler aleyhte, çürüme arşa varmış. Gökhan’ın dağılma evresindeki ailesi de bu tükenmişliğin altını çizmekte. Öyle ki siyasal baskının ve sosyal tükenmişliğin derbeder kıldığı, yozlaştırdığı emekçi mahalleler her an herkesle yan yana yahut karşı karşıya gelebilir. “Buralarda” yaşayanlar, turistik değer taşımadığı için halının altına süpürülmüş yığınlar; kendilerine kulak verene bir omuzluk, otoriteye ise bir göğüslük mesafedeler; polise taş atabilir, bir seçilmişin peşinden gidebilirler. Kendi otoritesini seçme özgürlüğü arıyor bu mahalleler. Ilımlı ile ceberut arasında yumuşak bir geçiş arıyor ve dizide polisin TOMA’sı karşısında yelekli, sakallı, güvenilir, dini bütün gencin aurasına teslim oluyorlar. Başını sokacakları bir siyasal muhalefet bulamayan kitleler cemaat örgütlenmelerinin tipik metotlarından yardımlaşma ve dayanışma illüzyonuna kapılırken bir kez daha kendi güçlerinden feragat ediyorlar. ‘Kübra’ böyle bir realite sunuyor.

KİRPİ’DEN SEMAVİ’YE GÜLSUYU SEMALARI…

Tabii işin bir de Gülsuyu yönü var. Sembolik bir yön bu… Fehmi Yaşar kent yoksulluğunun kenar mahallerde billurlaştığı başka bir dönem, 90’ların hemen başında ‘Camdan Kalp’i çekti. Gecekondu sahneleri yine Gülsuyu’nda geçiyordu. Filmin kahramanı “Kirpi” bir aydın karikatürüydü; boyundan büyük işlere kalkışıyor, dertsiz başına dert arıyordu. O, ait olmadığı bir dünyaya kendince adalet getirmeye uğraşsa da çok geçmeden yanlış zamanda yanlış yere savrulduğunu anladı. Gökhan, yaklaşık 35 yıl sonra hayali Ormancılar’a dışarıdan bilinç taşımak yerine ahaliye ruhani liderlik yapmak için kolları sıvıyor ve yoksul emekçiler onu yadırgamıyor. Karşı çıkanlar da belli bir mesafeden karşı çıkıyor tam karşısına dikilmeye cesaret edemiyor. Aslında Kirpi’nin (iktidarın yakıştırdığı doğrultuda) varlığını muhalefette koruduğu, dini kullanan iktidarın ise Gökhan gibi pürüzleri kaldırdığı ileri sürülebilir. Ancak daha ötesinde retoriğinde hukuktan ziyade dine yer verenlerin zamanla nasıl karar verici konuma yükseldiği görülüyor. Yarından umudu kesmiş, mucize bekleyen bu emekçi semtte dinle tutunuyor Gökhan. Ona muhalefet edenler de var. Polis şiddeti mahallede can alınca barikatlar kuruluyor. Gökhan (uygulamada kullandığı isimle Semavi) kitleleri sakinleştirmeye çalışsa dahi pek başarılı olamıyor. ‘Kübra’, buradaki öznel koşulları pek detaylandırmadığından isyana sol bir karakter katılmıyor. Kendiliğinden bir başkaldırı imajı çiziliyor. Başkaldırının liderleri de lümpen. Oysa en çok bağıranların, canı en çok yananların mucize sahnesinin ardı sıra biat etmesi manidar. Bu durum bir dönem şapkadan tavşan çıkaran, ekonomiyi refah yanılgısıyla yöneten iktidarın yöntemini andırmakta. Buradaki isyan politik bir özden yoksun olunca yalnız gaz tahliyesine yarıyor ve mahalle otoriteyle değilse bile dolaylı elçisiyle el sıkışıyor. “Maddiyat zincirdir” söylemi Gökhan’ın (Semavi’nin) düzeniçi politik pozisyonunu değiştirmiyor.

GÖNDERMELER, YAKIN SİYASİ GÖSTERGELER

‘Kübra’, politik malzemesi yoğun bir yapım. Bunda şüphesiz yola çıkılan romanın ve senaryo ekibinin payı büyük. Yönetmenlerin de tercihi bu yönde olunca birçok gönderme izliyoruz. En bariz gönderme, Gökhan’ın vakfı kapatılınca yaşananların devlet tarafından küçümsenerek “bir avuç serseri” ifadesinin kullanılması. Bu bize elbette Gezi’ye bakışı hatırlatıyor. İslamcı cenahta ise Alparslan Kuytul’un yaşadığı baskılar da benzer bir itiraz süreci başlatmış, “sokaklar karışmıştı”. Bir diğer benzerlik ise mahalle genci Burak’ın vurulduğu sahneye dair. Dilek Doğan, Küçük Armutlu’da, polis baskını yaşanan evinde “kaza” sonucu vurularak hayatını kaybetmişti. Burak mahallenin göbeğinde bir gündüz vakti, halı sahanın eşiğinde vuruluyor fakat “kaza kurşunu” burada da devrede…

Ayrıca cenazede yaşananlar yine Gülsuyu’nda uyuşturucu çetelerinin vurduğu Hasan Ferit Gedik’in cenazesini anımsatıyor. Gedik’in cenazesi Küçük Armutlu’dan kaldırılmak istenince olaylar çıkmış, mahalleli cenazeyi kaçıran polise direnmişti. TOMA’nın dizide cenaze ile cenaze sahipleri arasına girdiği sahne etkileyici… Vurulma sahnesinde ve takip eden sahnelerde diyaloglar zayıf kalmış ama genel itibarıyla buradaki siyasi dile aşina olunduğu anlaşılmakta. Tabii halı saha daha işlevsel kılınabilirdi. Burada çok fazla sahne çekildiği için tekrara düşülmüş. Ülkenin dört bir yanından ilgi toplamış bir vakfa gelen yardımları halı sahaya serilmiş bir halde izliyoruz. Gökhan’ın takipçileri arada bir devinse ve indirip bildirmeye yardım etse de olayların merkezine dönüşen halı sahayı daha dinamik izleyebilirdik.

OYUNCULUKLAR ÜZERİNE

Oyunculuklara değinmeli. Çağatay Ulusoy çeşitli rollerde yakışıklılığını bir nebze aştı ve oyunculuğunu şüphesiz geliştirdi fakat Gökhan karakterine girememiş. Fazla donuk… “Mizacı bu” deyip geçemiyoruz. Karakter fazla sakin ilerleyince iç hesaplaşmalarındaki, yakarışlarındaki duyguyu tam kavrayamıyor, parlamalarına mana veremiyoruz. Buna karşın dış görüntüsü gayet iyi aktarılmış, sol söylemli dindar imajını karşılıyor. Camide rastladığı tehditkâr tarikat üyeleriyle fikren uyuşmadığı kıyafetleriyle destekleniyor.

Aslıhan Malbora ile Ahsen Eroğlu yakın performanslar sergilemişler. Malbora, karakterinin salınımını yakalayamamış. Oysa Merve anlatıdaki en kıvrak karakterlerden. Gözü yükseklerde ama bunu müthiş bir biçimde bastırmış öyle ki kendinden bile saklamış. Dolayısıyla potansiyelli bir rolde ama bir nedene tutunamıyor. Ahsen Eroğlu tarafından canlandırılan Gülcan’ı bir süre yakın plan görmüyoruz. Bu tercih yönetmene ait ve karakterin duygusal dünyasını betimlemekte. Örneğin bir gündüz vakti sokağa çıktığında ışıkla birlikte başka bir Eroğlu izlemeye başlıyoruz. Eroğlu orta karar bir oyunculuk sergilemiş.

Nazan Kesal’ın Dilek’i ailenin yaşadığı sarsıntılardan bitkin düşmüş, eşin kaybını kabullenememiş bir çizgide ve oğlunun yaşadıkları karşısında tedirgin bir rolde. Tedirginliği iyi veriyor ama bu duyguda da çok tekrara gidilince etki kırılmış. Ahmet Mümtaz Taylan’ın komiseri ise dizinin zayıf karnı… Taylan çizgileri çok sert bir karakter canlandırmış ve inandırıcılığını yitirmiş. Onun getirdiği öykücük de yetersiz ve klişe. Cihan Talay dört dörtlük bir seçim. Deli bakışlarıyla Gökhan’ın takipçisi rolüne katkı sunuyor, karakteri tek başına derinleştiriyor. Şeyh uçmaz mürit uçurur derler, Talay da zaman zaman Ulusoy’un rolünü sağlamlaştırıyor.

Bir parantez de Turgut’u yani iktidarın yüzünü canlandıran Murat Garibağaoğlu’na açalım. Çok iyi bir kompozisyon çizmiş. Oyunu ekonomik, ders verir cinsten. Doğru yerde verdiği esleri, laubalilik ve kibir akan ama alacağı reaksiyon karşısında kaçış mesafesini de koruyan jest ve mimikleriyle Garibağaoğlu az ama öz oynamış.

**

‘Kübra’, işlediği konu vesilesiyle “bir gencin maceraları” olarak nitelendirebileceğimiz çerezlik bir Netflix işini aşmakta. Belki niyet Çağatay Ulusoy’u ortalama üstü bir senaryoda, iyi bir rejide sergilemek; oyuncuyu sevenleriyle buluşturmaktı fakat dizi bu ticari etabı aşıp bir tür “bağımsızlık” kazanıyor ve günümüz Türkiye’sinden, ortalama kiranın asgari ücretin üzerine çıktığı İstanbul’dan mahalle portresi sunuyor, kesitler aktarıyor. Anlatıdaki kimi kusurlarına, meseleye yaklaşımındaki eksiklerine rağmen (Takva’yı izlemiş seyirciye dindar kesim öyküsü beğendirmek güç!) önemli bir işi başarıyor. Hele ilginç finalinden sonra ikinci sezonu ve mesajlarını bekliyoruz.

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir